Diyarbakır’da çöken binalar tehlike yaratıyor
Berzan Cihat Aykaç
DİYARBAKIR – Maraş merkezli 6-7 Şubat depreminde ağır hasar gören yapıların yıkımları bir süredir devam ediyor. Bu yıkım sürecinin yavaş ilerlemesi ve binaların hızla yıkılması tehlikeli sonuçlara yol açabilmektedir. Bölge halkı bilim ve teknolojinin dikkate alınmasıyla önlenebilecek aksiliklere maruz kalmaktadır.
Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Nujiyan Yıldırım ile hasarlı yapıların yıkılmasını, asbest tehlikesini ve son aylarda Diyarbakır’da ortaya çıkan su sorununu konuştuk.
‘Bina Yıkımları Binlerce Soruna Kapı Açar’
Diyarbakır’da 6-7 Şubat depreminde ağır hasar gören binalar yıkılıyor. Bu yıkımların gerektiği gibi yapılmadığı söyleniyor. Yasal düzenlemelere göre yıkım nasıl yapılmalıdır?
Diyarbakır’da deprem sonrası ortaya çıkan hasarlı binalar sorun teşkil ederken, bunların analizlerinin (yıkımının) zamanında ve usulüne uygun yapılmaması yarattığı çevresel, sağlık ve sosyal risklerle bin bir sorunun kapısını aralıyor. yöntem. Çözülmesi çok kolay bir problem olmasına rağmen; Yetkililerin sorumlu, çözüm odaklı, katılımcı bir formül izlememesi nedeniyle hasarlı binalar giderek hasarlı çevre sorununa ve hasarlı yaşam alanlarına dönüşüyor. Yıkımı geciken tek bir hasarlı bina, bulunduğu mahalledeki tüm vatandaşlar için ciddi sağlık ve güvenlik sorunları yaratıyor. Yıkılma tehlikesinin yanı sıra, söz konusu hasarlı binalara hırsızlık ve bağımlıların girmesi, başta çocuklar olmak üzere mahallede yaşayan herkesin can, mal ve sağlığı açısından tehlike oluşturuyor. Geciken yıkım için her zaman verdiğimiz uyarıların aynısını yıkım süreci için de tekrarlıyoruz. Çünkü geciken yıkımın usulüne uygun yapılmadığını gözlemliyoruz.
Yıkım şekilleri bina yıkım yönetmeliğinde belirtilmiştir: Yıkım yapılacak binanın çevresindeki binalar boşaltılmalı, kesintisiz sulama sağlanmalı, yıkım son kattan başlayıp alt katlara kadar devam etmelidir. Yönetmelikte belirtilen yıkım teknikleridir. Bunların yanı sıra Atık Yönetim Planı oluşturulmalıdır. Ortadan kaldırılacak atığın türü, miktarı ve nereye götürüleceğine ilişkin bir plan hazırlanmalıdır. Hatta yıkımdan önce gürültü ve titreşime karşı yıkım akustik raporu hazırlanıp atık yönetim planına eklenmelidir. Ancak hem gözlemlerimiz hem de vatandaşların şikâyetleri, bugüne kadar yapılan yıkımların usulüne uygun yapılmadığını gösteriyor. Bu konuda yetkilileri bir kez daha davet ediyoruz. Özellikle yıkım sırasında daha fazla güvenlik önlemi alınması, çevre ve hava kirliliğinin önlenmesi için müdürlüğün su kullanımı başta olmak üzere yıkımın her aşamasında takip edilmesi gerekiyor.
Yıkılan binaların atıkları nereye götürülüyor? Sizce bu atıklar nereye ve nasıl alınmalı?
Açıkçası Diyarbakır’da yıkım sürecinin bu kadar yavaş ve mevzuata aykırı olmasının nedenlerinden biri de yıkımların halkın taleplerini dikkate almayan, şehrin dinamiklerini dikkate almayan bir yönetim anlayışıyla gerçekleştirilmesidir. ve ilgili meslek odalarının sürece dahil edilmesi. Bir değerlendirme yapamıyoruz. Kayyum yönetimimin “her şeyin en iyisini düşünür ve yaparız” anlayışı nedeniyle, hasarlı binaların yıkım sürecinde bilimsel ve demokratik bir süreç uygulanmadı. Böyle bir süreç uygulanmadığı için atıkların uzaklaştırılması, ayrıştırılması ve depolanması süreçlerinin kontrolü zorlaştı. Ancak bu şehrin çevre ve halk sağlığı konusundaki hassasiyetlerimiz nedeniyle süreci takip ediyor ve uyarılarda bulunmaya devam ediyoruz. Çevre ve halk sağlığı açısından geri dönüştürülecek atıkların lisanslı geri dönüşüm tesislerine götürülmesi, kalan atıkların ise kurumların belirleyeceği kazı alanlarına atılması gerekmektedir. Bizce bu atıklar şehir merkezinden uzakta, belediyelerin belirleyeceği hafriyat alanlarına atılmalıdır. Geçici de olsa kesinlikle dere ve nehirlere dökülmemelidir. Dolgu malzemesi olarak kullanılmamalıdır. Üstelik bu durum yönetmelikte açıkça belirtiliyor.
‘ASBEST MİNERALLERİ ÖLÜMCÜLDİR’
Asbest nedir? Asbeste nasıl maruz kalınır?
Endüstriyel alanda yaygın olarak kullanılan bir kimyasal olan asbest, günlük yaşamımızda da maruz kalabileceğimiz bir kimyasaldır. Özellikle binaların ısı yalıtımında kullanılması nedeniyle lifleri darbe, tahribat vb. durumlara karşı hassastır. Bazı durumlarda serbest kalması ve yayılması sonucu gırtlak ve akciğer kanseri başta olmak üzere çeşitli solunum yolu hastalıklarına neden olur. Özellikle kış aylarında hava kirliliğinin yoğun olduğu Diyarbakır’da, deprem sonrası düzgün inşa edilmeyen hasarlı yapıların yıkılması sonucu açığa çıkan asbeste maruz kalan halk için ciddi sağlık sorunları yaşanacak. Binalarda ticari ve masum bir mineral olarak kullanılan asbeste maruz kalmak, beyaz öldürücüye ve kronik solunum yolu hastalıklarına dönüşebilmektedir. Asbest mineralleri havada solunduğunda çok tehlikeli, hatta öldürücüdür. Bu mineral solunduğunda akciğerlerde kanserojen madde haline gelir. Diyarbakır’daki usulsüz yıkıma karşı sert tepkimiz, tüm çığlıklarımız ölümcül asbest dağıtımının yaratabileceği kötü sonuçlara yöneliktir. Çocukların, yaşlıların, kronik hastaların ve tüm halkımızın sağlığı içindir. Çünkü bu tahribatlar asbestin nefes alabilir hale gelmesine neden olur. İddia edebileceğimizden daha fazla tehlike oluşturuyor. Halk deyimiyle bu yöntemsiz yıkımlar ölüme davetiyedir.
Kendinizi asbestten korumanın yolları nelerdir?
Elbette hava kirliliği, orman yangınları, endüstriyel faaliyetler, kış aylarında çeşitli atıkların yakılması, yeşil alanların azalması ve yok olması da asbest gibi tehlikeli sonuçlara yol açmaktadır. Bu nedenle doğanın ve yaşamın savunucuları olarak biz de bu şehrin meslek odaları olarak ekolojik yaşam anlayışını ısrarla savunuyoruz. Günümüzün yıpranmış ve yorulmuş dünyasında sürdürülebilir bir yaşam için ekolojik ve çağdaş kentlerin inşasını savunurken, bir yandan da hasarlı binaların yıkılmaması nedeniyle ortaya çıkan tehlikelerden bahsederken bu tür konuları da bugün gündeme getirmemiz gerekiyor. depremler tarafından düzgün bir şekilde. Üstelik uzun vadede ciddi halk sağlığı sorunlarına yol açabilecek bu tehlikeden kaçınmak kolayken… Yıkımlar böyle devam ederse asbestten korunmanın bir yolu yok diyebiliriz. Çünkü yıkımlar kontrollü yapılmıyor. Binalar yıkılmaya çalışılıyor. Asbest toz halinde şehrin her yerine yayılıyor. Asbestten korunmanın yanı sıra asbest oluşumunu engelleyecek önlemler de alınmalıdır. Özellikle çalışanlara yönelik çeşitli tedbirleri (maske takmak, kapı ve pencereleri kapatmak, dışarı çıkmamak gibi) öneriyoruz.
Yıkım işlemine başlamadan önce ilgili kurumlar görüş ve önerilerinizi aldı mı?
Hayır kurum yok. Ne belediyeye, ne valiliğe, ne de Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına bizden herhangi bir görüş, fikir gelmedi. Aslında bahsettiğimiz bu çevresel atıklarla ilgili hiçbir mühendisimizden ses duymadık. Ancak bu kadar hayati bir durum hakkında ilk görüş alması gereken kurum olmamıza rağmen, herhangi bir çevre sorununun çözümüne yönelik çalışmalarda şehrin dinamikleri yer almadı ve önerileri dikkate alınmadı. Bir şehre verdiğiniz hizmeti göstermek ve şehrin gelişimini belirlemek; Kenti ilgilendiren tüm konuları sosyal, çevresel ve kültürel boyutlarıyla ele alan, tüm dinamiklerinin katılımını sağlayan ve eşgüdüm içinde çalışan bir iradenin varlığıdır.
‘SU YÖNETİMİ POLİTİKALARI İYİLEŞTİRİLMELİ’
Diyarbakır ve bölge genelinde kuraklık yaşandığı söyleniyor. Bu kuraklığın boyutu nedir? DİSKİ’nin su kesintisi yapması, su kullanımının kısıtlanması, bazı işletmelerde su kullanımının yasaklanması gibi sorunlar yaşanıyor. Diyarbakır’da su sorunu var mı?
İklim kriziyle birlikte artan kuraklığın su kaynaklarımızı felaket boyutunda tüketmeye başladığı biliniyor. Elbette küresel iklim değişikliğinden en çok etkilenen ülkeler arasında Türkiye de yer alıyor. Söz konusu kuraklığın yansımaları son dönemde ilimizde de etkilerini göstermeye başladı. Kuraklık döneminde barajlarımız, göletlerimiz farklı bir boyut kazandı. Mesela Çınar Göksu Barajı’nda geçen yıla göre yüzde 40’lık bir azalma var. Devegeçidi Barajı’nda da azalma var. Hayati bir kaynak olan su sorununun çözümü için devletin önemli su yönetimi politikaları geliştirmesi gerekmektedir. Ancak doğaya aykırı faaliyetler ve su kaynaklarını tüketen kar amaçlı projeler halen devam ediyor. Su sorununun tek çözümü suyun kesilmesi ve kullanımın kısıtlanması değil. Elbette su tasarrufu ve farkındalık yaratmak önemli; Ancak uzun vadeli çözüm için tüm su kaynaklarını tüketen doğanın yağmalanmasına son verilmeli ve ekolojik yaşam bilinciyle mevcut tüm su kaynaklarımız için sürdürülebilir projelerle sağlıklı yaşamı temel alan su yönetimi politikaları oluşturulmalıdır.
Geçtiğimiz günlerde Gazete Duvar muhabirlerimizden Ardıl Batmaz’ın bir haberi yayımlandı. Diyarbakır’ın Çermik ilçesine bağlı Kuşlukçayır ve Bircemal köylerinde aylardır su sorunu yaşanıyor. İlgili kurumlar bırakın altyapı sorununu çözmeyi, tankerle saf su bile göndermiyor. Bu konuda ne diyorsunuz?
Son günlerde basına yansıyan kuraklığın bölgesel susuzluğa neden olduğu yerlerden biri de Çermik ilçesinin Kuşlukçayır ve Bircemal köyleri ve bunlara bağlı mezarlıklar. Buradaki su sorunu 7 aydır çözülemiyor ve köylüler muhatap bile bulamadıklarını belirtiyor. Yıllık planlara göre hareket ettikleri için köylülerin su sorununu çözmek için çalışamayacaklarını belirten yetkilileri sorumluluk almaya çağırıyoruz. Çünkü su hayati bir haktır ve vatandaşların suya erişim hakkının sağlanması bürokratik süreçlerle ertelenemeyecek bir değere sahiptir. Suyun insanlar ve tüm canlılar için hayati önemini görmeyen, su yoksunluğunu önemsemeyen, vatandaşların bu mağduriyetini gidermeyen ilgili kurumların, başta göç ve sağlık sorunları olmak üzere bölgesel çölleşmeye ve hayvan katliamlarına neden olacağı öngörülmektedir.
21. yüzyıl Türkiye’sinde, insanların ilkel kurallarla (köylülerin kirli su manzaraları) yaşaması gerektiği anlayışıyla değil, çağdaş ve sağlıklı bir yaşam için çalışmak, ilgili yöneticilerin hukuki ve insani sorumlulukları arasındadır. Kışlukçayır ve Bircemal’e güçlükle ulaştık). Özellikle aylardır su sıkıntısı yaşayan Çermik köylerinin su sorununun çözümü için DSİ ve belediye yetkililerinin bir an önce gerekli çalışmaları yapması gerekiyor.